Cuma, Temmuz 13, 2007

YAYLAYA GİDİYOM GİTMEK İSTİYOM

Of aman, sıkıldım..
Yayla arıyorum. Tatil yapmak için.
Denizden sıkıldım, sanki her sabah kahvaltımı denize nazır bahçemde yapıyormuşum gibi... Deli miyim, neyim?
Çocukken tatile gittiğimizde, arabamız yollarda ilerleyip de yol iyice azaldığında, ablamla daha önce konuşulmamış, karar verilmemiş bir yarışa başlardık: Denizi ilk kim görecek? Genellikle araba bir dönemeci geçtiğinde deniz çıkardı ortaya, muhtemelen ikimiz de aynı anda görüp, aynı anda bağırırdık avaz avaz: Ben gördüm!
Sonra da, kavga edecek yeni bir sebebimiz olurdu, ablam saate bakarak 15 dakika küs kalacağını söyler, cidden de 15 dakika boyunca hiç konuşmaz, arkada mütemadiyen tepinen, sırası önceden belirlenmiş çeşit çeşit el şaplatmacalı şarkılı oyunları bağıra bağıra oynayan, ve hatta yumruklaşarak kavga eden, ayaklarını camdan sarkıtan arka koltuktaki iki deliden illallah demiş zavallı babam, nihayet yolun kalanını sessiz sakin araba kullanarak geçirebilirdi...

Neydi, deniz...
Denizden sıkıldım.

Yayla.
Ayder bozulmuş mudur?
Çok mu ayakaltı olmuştur?
Onun da boku çıkarılmış mıdır?
Pansiyonların saf sahipleri, ellerini ovuşturan turizm işletmecileri olmuşlar mıdır?

Şu an çok yarım yamalak hatırladığım bir yazı okumuştum.
Vakt-i zamanında, bilmem ne dağının eteklerinde, parayı hiç bilmeyen bir köye, dağcılar musallat olmuş...
Çıkış ve inişlerde köyde kamp kurmaya başlamışlar.
Köylüler onlara misafirperverlikle izzet ikramda bulundukça, onlar karşılığında para vermeye başlamışlar...
Parayla ne yapacaklarını anlamamışlar önce...
Sonra, öğrenmişler işi: Gelen giden dağcıların berelerini, ayakkabılarını satın almaya başlamışlar...
Kamptakilere çorbayı, suyu parayla vermeye başlamışlar.
Birbirlerine parayla birşeyler alıp verir olmuşlar.
Bozulmuşlar.
Çok bozulmuşlar.

Bu eğitici ve öğretici hikayeyle (aslında gerçek ama, böyle masal dede gibi anlatınca hikaye gibi oldu) durumu bağlamak da nereden çıktı anlamadım...

Denizden sıkıldım.
Yayla.
Hatta dereli yayla.
Ölmeden görmek lazım.
Emekli olunca yaşanabilecek yerler listesine yeni seçenekler eklemek lazım.

Bir de şu sinir e-mail'ler var ya, power point'le iyi yapanı da yapmayanı da edebiyat parçalayıp, iki manzara, üç kalp resmi, can alıcı bir müzik koyup birşeyler yazıyorlar... Bana gönderilen son sekizyüzelliüçünü okumadan sildiğim hani... Başlarda okuyup, sinir olup siliyordum.
Birinde diyordu ki; "ne bekliyorsun, istediğin hayatı yaşamak için ulan, neden herşeyi emekli olunca yapmak gerekiyor? Durma şşşşşşakkk (efekt) harekete geç!!!"

Nereye harekete geçiyorsun bilirkişi?
Sen mi doyuracaksın karnımı?
Vaktiyle birileri, tıpkı şu saf köylülere yapılan gibi sokmuş hayatımıza parayı...
Ha, istediğin hayat kelebek adasında maymunların arasında yaşamaksa, bilemem...
Ben bahçesi çoooook büyük, kendisi çooook küçük bir evde yaşayacağım. Böyle biline... Ona göre ayarlıyoruz herşeyi.

Bak, bir de mail'lerden daha beteri, kitaplar var...
Kim mutlu olmanın yolunu kitaplardan öğrenmiş?
Kim özgüvenini kitaptaki yolları izleyerek kazanmış?
Kim sevdiği adamı kitaplardaki taktiklerle ele geçirmiş?

Sarıkız çok güzel demişti: "Ferrarisini Satan Bilge'nin yazarı, sayemizde elli Ferrari alacak duruma geldi..."
Haydin, el ele verelim.
Secret'ın yazarı uçağının modelini değiştirecekmiş...

Denizden sıkıldım.
Yayla
Hatta dereli yayla...

Hiç yorum yok: