Etrafını mütebessim bir ifadeyle, başını hafifçe indirip kaldırarak selamlayan "ağırbaşlı" bir kadın...
Sürekli gülümseyen yüz, zarif hareketler, titizlik muskası tavırlar...
Ağzından "salak" kelimesi çıksa, "çok afedersiniz" diyecek kadar incelmiş konuşma ifadeleri...
İnsanlarla iletişim halinde çalışılan her türlü işte, artık herkesin bir şekilde ucundan kıyısından almış olduğu "iyi iletişim kurma" bazlı eğitimlerin herhangi birinden çalıp çırpılarak, beceriksizce uygulanmaya çalışılan taktikler.
Konuşma sırasında sıradanlıkla söylenen, o konuşmanın anlatmak istediğiyle uzaktan yakından bağlantısı olmayan önemsiz bir ayrıntının datalara kaydedilerek, yeri geldiğinde kullanılması örneğin...
"Geçen gün bizim oğlanı dişçiye götürmek için fellik fellik taksi ararken, arabanın biri zart! fren yapıp önümüzde durdu. Tam küfredecektim, bir de kim çıksın içinden? Bizim Kemal! Bir yakışıklı olmuş, bir hoşlaşmış ki sorma... Telefonunu verdi, haftaya görüşeceğiz.............." şeklinde uzayan bir konuşma.
Sonuç: Bir sonraki karşılaşmada, "oğlunuzun diş tedavisi nasıl gidiyor?" sorusuyla, yakın ilgi alaka, dikkat edilme, önemsenme, anlattıklarının dinlenmesi gibi ihtiyaçların basit bir şekilde karşılanması suretiyle kalp kazanılmaya çalışılması.
Profesyonelce... Fazla formal... Fazla samimiyetsiz... Kurgulandığı belli incelikler...
İş hayatında uygulanması kolay ve bilindik taktiklerin, eş-dost arasında ne kadar samimiyetsiz ve bayağı kaçtığından bihaber debelenmeler...
Ama, Allah için "ağırbaşlı"!!! Allah için "hanımefendi"!!! Hal hatır eksik kalmaz, gülümseme gırla, iki dirhem bir çekirdek her daim...
"Ben bildiğiniz gibi değilim" çabaları, hiçbir işe yaramayan, arkasını döndüğünde dedikodusu yapılan, ortamdan uzaklaştığında kendilerini sıkan bedenleri oh be! dedirten, hatır için katlanılan...
O kadar "ağırbaşlı" ki...
Nasıl desem?
Nasıl anlatsam?
Sanki...
Sanki yıllarca, kendi de hali hazırda evliyken, evli sevgilisinin evine neredeyse hergün sessiz telefonlar edip huzur kaçırmaya uğraşmamış...
Sanki küçücük kızının kafasını karıştırıp rahatsız olmasını sağlayacak kadar muhatap etmemiş sevgilisiyle...
Sanki sevgilisinin eşiyle paylaştığı eve elini kolunu sallayarak defalarca girip fantazi yaşamamış...
Sanki evin -maalesef- diğer sahibi olan 'öteki kadın'a mesaj bırakmamış, kullanılmış regl tamponunu uluorta banyoda unutup!!!...
Sanki sevgilisinin karısını canı her istediğinde, kafası her bozulduğunda arayıp orospu, kaltak, kahpe gibi, "salak"tan çok öte kelimeleri sarfetmemiş...
Sanki bir gece çıldırıp, Sulukule camiasının bile dudaklarını uçuklatacak bir bayağılıkla sevgilisini karısına ispiyonlayıp, ağıza alınmayacak küfürler savurup, hiçbir şeyden haberi olmayan kadının hayatını alt üst etmeye çalışmamış...
Sanki işler tüm bunlara rağmen istediği gibi gitmeyince, sevgilisinin karısına yönelttiği küfür boyutlarını "ağıza alınmayacak" mertebesine taşımamış...
Sanki işi gücü bırakıp, işyerini vakitsiz terkedip, onun bunun garsoniyerinde sevgilisiyle ayaküstü düzüşüp, koştur koştur kızını kreşten almaya gitmemiş...
Sanki sevgilisinin evinin önünde arabayla bekleyip, sapık sapık onu ve karısını takip etmemiş...
Sanki, sevgilisinin karısıyla birlikte olduğundan emin olduğu bir zamanda telefon edip porno film sesleri dinletmemiş...
Sanki meydan -memnuniyetle- ona bırakıldığı halde hala içi rahat etmediği için sevgilisinin eski(ttiği) karısını hala arayıp saçma sapan tehditler savurmamış...
Sanki, sanki.... Sankimmmmmm!!!
Kifayetsiz... Kelimeler yetmez bu ağırbaşlılığı tasvire...
Böylesine ağırbaşlı yani.
Böylesine olgun, böylesine hanımefendi...
Velhasıl, herkes kendi yoluna.
Bırakalım, herkes ne kazanıp ne kaybettiğini yıllar geçtikte anlasın.
Zamanla herkes layık olduğu koltuklara oturacak, eminim.
Ama...
AMA...
AMA...
Kimse, o küçücük beyniyle, "Benim hakkımda hırsından ileri geri konuşmuş, ben aslında öyle değilim" havası yaratıp, hatta gücünün yettiği, kıyak ev kredisi verdiği için onu pek seven arkadaşlara ağlayarak beni hiç olmadığım biri gibi gösteremez!
Kimse beni yalancı çıkarmaya çalışamaz.
İnsanlar o kadar aptal değil.
Herkes haddini bilsin.
O, sadece kendi "aptal"ını zehirlemeye devam etsin.
Bana bulaşmasın.
İşim olmaz. Elimi, beynimi, ruhumu kirletemem, bundan daha fazla da mesai harcayamam böyle bir rezillik için.
Benimle kafasını bozduysa, kendi "aptal"ıyla çözsün sorununu.
Yoksa?
Yoksa ben de çok "ağırbaşlı" olurum...
Yani ilgilenmem.
Yani ona buna ağlamam.
Yani oluruna bırakırım herşeyi.
Yani yanlış yapılmasına fırsat veririm, doğruyu bulsunlar diye.
Yani hayatıma devam ederim, mutlu mutlu, iç huzurlu, dış huzurlu...
Kimseye bilerek zarar vermeye çalışmadığım için rahat uyuyarak.
"Ağırbaşlı" yani.
Ağırbaşlı...
Cuma, Eylül 29, 2006
Perşembe, Eylül 28, 2006
ÇOK ÜZGÜNÜM
Yaaaaa, işte...
Vakit geliyor yavaş yavaş.
Başka bir boyuttan olan biteni seyrediyorum gibi gelmişti. Sanki yapmam gerekenleri yapıyorum şuursuzca.
O kadar üzgündüm ki, onların varlığı yokluğu umurumda değildi.
Mavi koltuklarım, bulaşık makinam, mavi tül perdelerim...
Evimle vedalaştığımda, onlara bakarken tek düşündüğüm, her birine sahip olmak için harcadığımız emekti, yaşadığımız güzel telaştı.
Koltukların kumaşını seçmek için teptiğimiz sokaklardı.
Gardırobumun çekmecelerini, raflarını tek tek düşünüp, hesaplayıp ve de çizip, mobilyacıya gururla verdiğim kağıttı.
Yatağımızın çok özel olması için karıştırdığım dergilerdi.
Evim için aldığım yarısı sarı, yarısı mor ilk yemek takımlarıydı.
Her zaman gittiğimiz restoranda bize hediye edilen bir çift bira bardağıydı.
Daha küçücük sevgililerken, evlenmek gibi bir düşüncemiz yokken, annemin baskılarıyla 'çeyiz olsun' diye utana sıkıla aldığım renkli renkli nevresim takımlarıydı.
Tekini, o daha öğrenciyken, Eskişehir'de ev tuttuklarında hediye ettiğim bir çift pofuduk yastıktı.
Evim için aldığım ilk süs eşyasıydı, içinde mum yanınca dışarıya yıldızdan gölgeler veren mavi fener...
Parasızlıktan ucuza kaçıp aldığımız kilimlerdi.
Kardeşinin verdiği, kocaman çerçeve içinde kırmızı motorsiklet resmiydi.
Annesinin bana taktığı, kendi ucuz ama değeri yürekten kopup gelen en büyük hediye olduğu için asla ölçülemeyecek zarif saatti.
Eniştemin her seferinde büyük bir heyecanla getirdiği küçük küçük mutfak eşyalarıydı.
İçini doldurmaya debelendiğimiz CD'likti...
İlk VCD'mizi kurmaya çalışırken yaşadığımız telaştı.
Herkese açık yemek masamızda keyifli yemeklerimiz, ailemiz, arkadaşlarımız...
İçki, king, tavla... Yılbaşı şapkası, yılbaşı hindisi... Pazar kahvaltıları...
Eeeee?
Ne kaldı?
Haftaya dağılacak hepsi.
"Yuvanı dağıtma!" diye boşuna söylemiyorlarmış.
Keşke kızgınlığım doruktayken yapsaydım şu işi.
Şimdi geriye sadece iyi anılar kaldı.
Anlamsız sevgim kaldı.
Çok zor be!
Herşey tamamen geçmişte kalacak ve ben artık portakallı İsviçre çikolatalarıyla başbaşa kalacağım...
İstesem deeeee, istemesem de.
Denemek için. Şans vermek için.
Peki, bu şans koltuk kanepe almaya kadar giderse ne olur?
Koltuklarımın rengi beni o kadar ilgilendirir mi artık?????????????????????
Hepsi aynı, hepsi aynı.
NOT: Bir ara, "ağırbaşlı kadınlar"la ilgili bir yazı yazayım.
Vakit geliyor yavaş yavaş.
Başka bir boyuttan olan biteni seyrediyorum gibi gelmişti. Sanki yapmam gerekenleri yapıyorum şuursuzca.
O kadar üzgündüm ki, onların varlığı yokluğu umurumda değildi.
Mavi koltuklarım, bulaşık makinam, mavi tül perdelerim...
Evimle vedalaştığımda, onlara bakarken tek düşündüğüm, her birine sahip olmak için harcadığımız emekti, yaşadığımız güzel telaştı.
Koltukların kumaşını seçmek için teptiğimiz sokaklardı.
Gardırobumun çekmecelerini, raflarını tek tek düşünüp, hesaplayıp ve de çizip, mobilyacıya gururla verdiğim kağıttı.
Yatağımızın çok özel olması için karıştırdığım dergilerdi.
Evim için aldığım yarısı sarı, yarısı mor ilk yemek takımlarıydı.
Her zaman gittiğimiz restoranda bize hediye edilen bir çift bira bardağıydı.
Daha küçücük sevgililerken, evlenmek gibi bir düşüncemiz yokken, annemin baskılarıyla 'çeyiz olsun' diye utana sıkıla aldığım renkli renkli nevresim takımlarıydı.
Tekini, o daha öğrenciyken, Eskişehir'de ev tuttuklarında hediye ettiğim bir çift pofuduk yastıktı.
Evim için aldığım ilk süs eşyasıydı, içinde mum yanınca dışarıya yıldızdan gölgeler veren mavi fener...
Parasızlıktan ucuza kaçıp aldığımız kilimlerdi.
Kardeşinin verdiği, kocaman çerçeve içinde kırmızı motorsiklet resmiydi.
Annesinin bana taktığı, kendi ucuz ama değeri yürekten kopup gelen en büyük hediye olduğu için asla ölçülemeyecek zarif saatti.
Eniştemin her seferinde büyük bir heyecanla getirdiği küçük küçük mutfak eşyalarıydı.
İçini doldurmaya debelendiğimiz CD'likti...
İlk VCD'mizi kurmaya çalışırken yaşadığımız telaştı.
Herkese açık yemek masamızda keyifli yemeklerimiz, ailemiz, arkadaşlarımız...
İçki, king, tavla... Yılbaşı şapkası, yılbaşı hindisi... Pazar kahvaltıları...
Eeeee?
Ne kaldı?
Haftaya dağılacak hepsi.
"Yuvanı dağıtma!" diye boşuna söylemiyorlarmış.
Keşke kızgınlığım doruktayken yapsaydım şu işi.
Şimdi geriye sadece iyi anılar kaldı.
Anlamsız sevgim kaldı.
Çok zor be!
Herşey tamamen geçmişte kalacak ve ben artık portakallı İsviçre çikolatalarıyla başbaşa kalacağım...
İstesem deeeee, istemesem de.
Denemek için. Şans vermek için.
Peki, bu şans koltuk kanepe almaya kadar giderse ne olur?
Koltuklarımın rengi beni o kadar ilgilendirir mi artık?????????????????????
Hepsi aynı, hepsi aynı.
NOT: Bir ara, "ağırbaşlı kadınlar"la ilgili bir yazı yazayım.
Salı, Eylül 19, 2006
Perşembe, Eylül 14, 2006
BİTTİ
E, n'oldu şimdi?
Öyle kelimeleri uzata uzata, şımara şımara yazdığım eyyylülllll-taaatillll ikilisinin biri gitti, birinin neredeyse yarısı kaldı...
Hak mı ulan bu?
10 gün tatil kime yetmiş?
"Tatilden dönme" kavramını kim yaratmış?
Niye para kazanmak zorundayız?
Çalışmıyacağııııımmmmm.
Nihilist olacağıııımmmm.
Geçecek, geçecek...
Bu hep oluyor.
Öyle kelimeleri uzata uzata, şımara şımara yazdığım eyyylülllll-taaatillll ikilisinin biri gitti, birinin neredeyse yarısı kaldı...
Hak mı ulan bu?
10 gün tatil kime yetmiş?
"Tatilden dönme" kavramını kim yaratmış?
Niye para kazanmak zorundayız?
Çalışmıyacağııııımmmmm.
Nihilist olacağıııımmmm.
Geçecek, geçecek...
Bu hep oluyor.
Cuma, Eylül 01, 2006
Eylül ve Tatil
Eyylülllll!
Sevdiğim ay.
Geç kalmış tatil.
Yağmur.
Renk.
Hırka.
Doğanın güzellik uykusu.
Seviyorum seni.
Senin bir kısmını arkamda dağlar, önümde denizle başka yerde yaşayacağım.
Taaatillllll!!!!
Eyyylüllll!
Taaatilllll!
Eyyylülllllllllll!
Sevdiğim ay.
Geç kalmış tatil.
Yağmur.
Renk.
Hırka.
Doğanın güzellik uykusu.
Seviyorum seni.
Senin bir kısmını arkamda dağlar, önümde denizle başka yerde yaşayacağım.
Taaatillllll!!!!
Eyyylüllll!
Taaatilllll!
Eyyylülllllllllll!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)