Pazar, Mayıs 07, 2006

PARDON? NE TEŞEKKÜRÜ?

Ne güzel başlamıştı bugün ve ne güzel bitecekti...
Güzel mi güzel bir Pazar kahvaltısı: İnce kıyım maydanoz ve küçük doğranmış bahçe domatesi (kabuklarını soymak lazım) az tuz ve sirke, kekik, zeytinyağı, bol limonla koca bir kaseye doldurulur... Kaşıklanarak yenmesi tavsiye olunur. Kırmızı ve yeşil biberler çıtır çıtır közlenir... En sevdiğim peynir dilim dilim kesilir... Yanına ipince kesilip kızartılmış ekmekler, Rize'den gelme (sevgili arkadaşım sağolsun) gerçek Rize çayı kıpkırmızı demlenir... Karşıya arkadaş oturtulur... Gazeteler açıp, mümkünse en az ciddi haberler okunup, birbirine manşetler söylenerek yorucu olmayan, hayattan, basit bir sohbet başlatılır... Ebru Çapa, yüksek sesle okunur, yine sevilir... Ayşe Arman'a daha röportajının yer aldığı sayfada, fotoğrafındaki gıcık ve her hali teşhir kokan (sadece memeler değil, neredeyse biricik kızını nasıl yaptıklarını anlatacak kadar özel hayat teşhiri ve pazarlamasından dolayı) görüntüsüyle -yine- karşılaşılır, yine de okunur, yine de tek bir edebi cümleye rastlanmaz... Çay biter, kahvaltı biter, üstüne sade Türk kahvesi gider...
Arkadaş yollanır, ballı Balım bebeği sevmeye gidilir... Ballı Balım'ın annesi lohusa depresyonunda şüphesine düşülür, kolundan çekiştire çekiştire sokağa çıkartılır, kahve içmeye gidilir, dedikodu yapıp, arada bir gözyaşı döküp karşılıklı rahatlanır. Ballı Balım'ın annesinin beni çok sevdiği hissedilip, mutlu olunur...
Bagajda spor çantası hazır... Gidip ter atılır... Yan bantta koşan iri yarı, yakışıklı olmasa da doğal bir büyüsü olan adam benimle konuşmaya çalışıp sürekli bakıp bakıp sevimlilik yaptığı için kıç kalkması durumu yaşanır, giderayak ne anlama geleceği belli olmayan bir gülücük atılarak duş almaya gidilir... (35 yaşımda flört etmeyi öğreniyorum. Çok basit: Bak, beğenirsen gülümse... Baksın, beğenirsen biraz ağırdan al, yine gülümse... hi hihi)
Duştan koca bir buhar öbeğiyle, pembe beyaz çıkılır... Pek mutlu, pek rahatlamış olunur... Saçlar mutlaka kurutulur... (bir daha boynum tutulmayacak, söz)
Arkadaş evinden alınır, sipariş üzerine hazırlanmış, tesmosa doldurulmuş güzel kokan bol sütlü kahve, çilek ve tosttan mütevellit sepetimiz görülüp sevinilir, Beytepe'de ormana gidilir... Keyif, keyif, keyif... Yağmur patlar, yine keyif... Saf yağmur suyu katkılı kahve... O da keyif. Zaten anlamam sadece gün boyu güneşi garantileyip pikniğe gidenleri. Hayatın tadı her mevsim. Islanmak da güzel, yanınızda kalın birşeyler ve yağmurluk olduğu sürece. Islak orman kokusu: En büyük keyif. Yağmur sesi: Keyif. Ormanda yağmurun yarattığı kasvet: Keyif. Yağmur yağarken güneş açması: Keyif ve benim obsesyonlarımdan biri. Saçını çek ve dilek tut. Ama mutlaka yağmurda ıslanırken yapmalısın. Öyle pencereden bakarken yağmur içine güneş açtığını gördüğün zaman değil...
Eh, artık boşanıp da semerimi yemeyeyim, eve geleyim... Yorgun yorgun eve varmak, kapıdan içeri süzülüp ilk kanepeye kendini atmak da keyif... Biraz kestir, köpek oğlunu da yanına alıp. Çok ihmal ettim onu bugün. Aaaaa, arada bir olur canım, hava yağmurlu olmasa o da gelecekti, gitmediği yer mi? Haftaya inşallah... Amanin, haftaya anneler günü! Güzel bir aile pikniğiyle herkesin gönlünü kazanabilirim. Ben de bir nevi anne değil miyim? Köpek annesi. Züğürt tesellisi...
Boşanmış ailelerin dramını!! yaşayan biricik oğlumu öbür eve teslim etme vakti geldi. Haftasonu annede, hafta içi öbüründe... Bu aralar düzen şaştı biraz. Hafta içi de bende kaldı ikidir...Çok yoruluyorum, ev beşinci katta... Sabah altıda içtima başlıyor. Akşam illaki eve dönmek zorundayım en geç yedide. Kapıda bekliyor beni. Beş kat çıkıp, üstümü değiştirip yine aşağı, sonra yine beş kat yukarı... Gün içindeki koşturma ayrı... Canın sağolsun güzel oğlum.
Telefon ettim, eski kayınvalidem müsait olduklarını bildirdi. Telefon etmeden gidemem. Gereksiz bir sürprizle karşılaşmak istemiyorum. Eski kocamın seksensekiz yüzlü ve seksensekiz suya götürüp susuz getirebilecek mahiyetteki sevgilisi, ancak aptalların ve işine gelenlerin göz göre göre kanacağı çok basit birkaç hareketle kayınvalidemin gönlünü kazanıp (mesela bir deste Kem oyun kağıdı) evde fink atıyor olabilir... Ar yok ki kadında, ben eski karınla yaşadığın evde mutlu olamam mı diyecek? Eski karı hali hazırda "karı"yken at oynatmadılar mı evimde, yatağımda? Yine arızaya geçtim. Üstüme bu mu be? Bu mu? İnsan bir kadında bazı değerler aramaz mı aptalların kralı? Beyinsizsin, beyinsiz... E, sen kendine bunu layık gördünse, ben ne yapabilirim? Zengin gösteren sonradan görme fahişeler sana değer mi katacak? Herkes arkandan konuşuyor, kadın (ismiyle anmıyorlar, sadece 'kadın' diyorlar) seni maymuna çevirmiş. Seni soytarılar gibi oynatıp, parmağının ucunda yönetiyormuş. Senin yaşlarında görünmek için yaşlı suratına hiç yakışmayan genç işi kıyafetler giyiyormuş. Çok komik görünüyormuş. Sen de parayla tutulmuş jigololara benziyormuşsun. Zengin arkadaşlarla gezmelere gitmeler filan... Üvey babacılık hareketleri... Komik ve sakil, ne diyeyim... Aşağılık kompleksi var herhalde... Pufffff!
Geldik öbür eve... Kapıyı çaldım, bekliyorum. Kayınvalide açtı, teşekkür etti. Bak bak bak... Bu iki oldu ama. Geçen sefer de oğlumu almaya gittiğimde beni zorla eve davet ettiklerinde, ben de medeniyet uğruna içeri girip kahve içtiğimde, oğlum beni görüp sevinçten dakikalarca çıldırdığında aynen şunu demişti: "Ben Bursa'dan döndüğümde de aynısını bana yapmıştı!" Yok bir farkımız yani... Yaşına hürmet edeceğim, duymamazlıktan geleceğim ama dokunuyor böyle şeyler, anlamıyor ki! Nasıl anlamıyor, onu da çözemedim... Sen ki yıllarca çocuğuna hasret yaşayıp, onu göz göre göre başkalarının büyüttüğünü görüp acı çekmedin mi? Kalpsiz misin nesin? O da benim oğlum be! Sen anlamayacaksın da beni kim anlayacak?... Sonra da bana "hakkını helal et" diyor...
Evet, ne teşekkürü? "Asıl ben teşekkür ederim, oğluma iyi baktığınız için" dedim, ayrıldım.
Şimdi sinirliyim...
Yarın iyi olurum.

Hiç yorum yok: