Portakal likörlü bir kutu çikolata,
Koca bir fincan şekersiz, iyi kahve...
Yarım saatin içinde bittiler. Çok üzgünüm. Yine istiyorum. Çok güzeller.
Bütün günden aklımda kalan tek şey bu.
Bir de, hayatımda ilk kez (hoşlaşma babında) güzel bir kutuda çikolata hediyesi aldım... Hediye karşı tarafın amacına ulaşmadı. Aslında, vakt-i zamanında sıradan bir şekilde söylediğim "portakallı çikolataya ruhumu satarım" cümlesinin böylesine önemsenmesi şımartıcı bir incelik... Ne yalan söyleyim, başka birinden almayı tercih ederdim. Kalpsiz mi oldum ne? Ya da bunların hepsi aynı olduğu için böyle şeylerden etkilenmez oldum... "Kötü" kızlar, böyle "kötü" oluyor galiba... Bir dahaki sefere "Hayatta en istediğim şey sevgilimle Roma'ya gitmek" desem, karşımdakinin zekasını fazla mı küçümsemiş olurum???
Sonuç:
Sevdiğinden almadıkça hiçbir hediye anlamlı değil...
Sevdiğinle gitmedikçe hiçbir yer özel değil...
Karar:
Aşık olana kadar kimseye vakit ayırmayacağım.
Alakasız Not:
"Gazap Üzümleri"ni bitirdim. İlk sayfasında "Nisan 1966" tarihli babamın imzası var...
1. Tam da babamı çok özlediğim bir zamanda bu kitabı okumak... Onun çevirdiği sayfaları yıllar sonra çevirmek... İstediğim tam da buydu. Babamla birşeyler paylaşmak.
2. Kitabın içine girip, sevdiğim herkesle (yeğenler, anne, abla, enişte, köpek oğlum, iki arkadaşım ve aileleri, bir de sevdiğim) orada, o zamanda yaşamak istedim.
3. Orada, o zamanda olmasa da, bu istediğim hayal değil... Cesaret... Bende var da, yanımda götüreceklerim benimle aynı fikirde değil. Satsak neyimiz varsa, gitsek şöyle sakin bir yere, yirmi odalı bir evimiz olsa, evin yüz katı bahçemiz olsa... Üç günlük dünya be! Öleceğimizi bile bile pislik bir koşturmanın içinde ömür tüketiyoruz...
4. Ben gidiyorum... Beni seven arkamdan gelsin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder