Pazar, Ağustos 27, 2006

YAZIYA HACET YOK..... AMA



E,ben artık daha ne diyeyim ki...
Mesela, şunları diyeyim:

Korkuyorum...
İyi ki çocuğum yok, diyorum artık.
Yeğenlerim için korkuyorum ama.
Nasıl bir hayat yaşayacaklar bundan sonra?
Daha birkaç yıl önce Irak'ta kerli ferli bir işadamıyken, çocukları ve torunlarıyla aynen şu an bizim (bizim: benim ailem) yaşadığımız gibi "normal" (??? başka bir tartışma konusu) bir hayat yaşarken, yani korkusuz, yani tok, yani mutlu, yani kaygısız.... kısa bir süre içinde yok yere (bambaşka bir tartışma konusu) darmadağın olan hayatının hikayesini dinledikten sonra, o dağ gibi adamın ağlamalarını kalbim sıkışarak izleyip, gururunu daha fazla kırmamak için bir de ben ağlamamaya çalışırken, ama başaramazken, uzun zamandır unuttuğum bir gerçeği tekrar hatırladım: Her an, herşey, herkesin başına gelebilir...
Ne yapmak lazım?
Çocukları toplayıp "bakkal amca"lı bir yere gitmek çözmez ki hiçbir şeyi... Sadece daha az hissedersin dünyadaki pis hesapları, devran döner.
İçime sinmese de bu tavır, bari kendimizi kurtaralım...
Duruma ayıkanlar zaten dolduruyor "insan" kalan her yeri yavaş yavaş.
-Kendimce- hesaplarıma göre, 11 yıl sonra büyük şehirde yaşamayacağım.
Bekle beni bakkal amca!!!

Salı, Ağustos 15, 2006

TEMBEL SERPİŞTİRMELER


1- Ekim'de burada bir haftasonu geçirmezsem bana da Koko demesinler... (Diyen kalmadı zaten...)

2- Hani bazen, çok iyi tanıdığınız -zannettiğiniz- birine söylediğiniz bir esprik ağırlıklı cümlenin, tamamen söyleme niyetimizle bir anlaşılmadığını görüp üzülürüz... Üzüldüm ben de. Ben zannettim ki "Evet.. Aynen öyleyim değil mi? Koltuğa gömüldüm mü çıkmam bir daha evden" deyip, o da gülecek. Olmadı. Gülmedi. Üstüne üstlük, beni terbiye etti. Üzüldüm. Ama farkında olmadan başka konuda terbiye etmiş beni yıllar içinde: Cevap vermedim, sustum, iyi yaptım.

3- Geçen pazar yazısında Haşmet Babaoğlu, yıllardır kimseye anlatamadığım derdime tercüman olmuş: "Deniz varken havuza girilir mi?" demiş... Ey yıllardır havuz kenarından toplamaya çalıştığım tanıdık eşrafım! Sakallı biri böyle bir fikir beyan etmiş. Artık bunun doğruluğuna inanınız, beni sinir etmeyiniz... Ha iki kişi bir küvettesiniz, ha tanımadığınız bir sürü kişi havuzdasınız. Havuz pistir, keyifsizdir, Birka çamaşır suyu kokar, havuz suyu ve güneş birleşince aydan parlak, elmadan kırmızı ve acıyan bir cildiniz olur. Akşam yemeğe indiğinizde (yemeğe inmek???) herkes size güler.
Kumlardan korkmayınız, yemezler. İki su görünce nazikçe vücudunuzdan süzülürler.
Denizde yüzmekten korkmayınız. En azından, herhangi bir kulaç eyleminiz, farketmeden kollarınızın altına kıstırdığınız bir insana malolmaz. Birbirinize çarptıktan sonra şapşal bir ifadeyle bakınıp "ay, pardon" demezsiniz. Ferahtır deniz, herkese yer vardır. Seyretmesi güzeldir, yüzmesi güzeldir, balıkları pek güzeldir... Deniz iyi birşeydir. Sağlıktır. Denizde yüzünüz, yüzdürünüz!

4- Tatile gitmeme 10 iş günü ya da 12 gün kaldı. Dipteyim, yoruldum, ihtiyacım var.

Çarşamba, Ağustos 09, 2006

OTUZBEŞİMİN BAHARINDAYIM

İşte geldim otuzbeşime...
Kazık kadar oldum.
Daha dün hesaplarken 2000 yılında kaç yaşımda olacağımı,
ve cevabı bulduğumda "amma da büyük olacağım" dediğimi,
Şimdi 2000 yılındaki küçüklüğüme dönmek istiyorum belki...
İstiyor muyum daha genç olmak?
Geçmişimde, yeniden yaşamak istediğim bir dönem
ya da yeniden hayata başlamak istediğim bir yaş var mı?
....
Yok mu?
Aferim bana!
Silmek istediğim hatıralar?
.....
Var mı?
Ama onlar öylece kalsın, önemli değil.

Hepimiz birgün en sevdiklerimizi kaybedeceğiz.
Ölümün bile güzeli var...

Hepimiz "acı"lar yaşayacağız.
Herkesinki kendine "acı".
Onlar da lazım, büyümek için.

Hiç tanımamış olmayı istediğim biri var mı?
.....
Yok mu?
Tanıdığım herkesin bir faydası oldu bana.
İnsan kısmının şaşırtıcılığını öğrettiler hiç değilse.
Sevdiğim herkesin de beni sevdiğinden eminim.
Boşa gitmedi hiçbir şey...
Yoksa nasıl olurdum otuzbeşimde bu kadar memnun?

Velhasıl,
Otuzbeşimin baharında,
kendimden memnunum.
Sahip olduklarımdan memnunum.
İnsan daha ne ister ki?

(Doğumgünü pastamdan bir dilim daha!!!)

Pazartesi, Ağustos 07, 2006

HESAPLAR BURADA KESİLMİYOR

Son birkaç gündür, yazılarımın sonunda oldukça eğlenceli yorumlar alıyorum.
Eğleniyorum, çünkü birinin benimle bir hesabı var.
Biri benim bir sayfam olduğunu keşfetmiş.
Biri kuduruyor, aşılı olmasına rağmen.
Biri benden rahatsız oluyor.
Birinin özgüveni dibe vurmuş.
Biri benden korkuyor, eli kolu bağlı olduğu için en cahilce şeyi yapıyor.
Hakaret ediyor.
İsimsiz...
Yemiyor, bir tarafı yemiyor.

Devam etsin.
Ben çok eğleniyorum.
O kadar eminim ki kendimden,
bu yaptıkları beni rahatsız edeceğine,
kıskanılmanın dayanılmaz tatminini yaşatıyor bana.
Sağol yaaaa, sağol!

Cumartesi, Ağustos 05, 2006

İRTİFA KAZANIYORUM

Bu son yazım olabilir...
Her an buharlaşıp gökyüzüne uçabilir, çocukken bakıp bakıp birşeylere benzetmeye çalıştığım bulutlardan biri haline dönüşebilir, hava şartları elverip de gerekli yoğunluğa ulaşamazsam, yağmur olup tekrar yeryüzüne kavuşamayabilirim.

Çok sıcak ulaaaayyyyynnnn!

Cuma, Ağustos 04, 2006

ZANNEDERSEM ŞİMDİ "TAMAM"

"Dünyada en korkunç şey, bana kalırsa, bir başka adamın yüreğidir. Ne yaparsan yap, adamın yüreğinde olup biteni bilemezsin... Burada senin yanında uzanmışım ya, ne düşündüğünü bilmiyorum işte, ne zaman bildim ki zaten? Senin ardında ne biçim bir hayat var? Onu da bilmiyorum. Sen de beni bilmiyorsun tabii... Belki şu anda seni öldürmek geçiyor içimden, sen tutmuş bana çörek uzatıyorsun, ne düşündüğümü hiç bilmeden... İnsanlar kendilerini de pek tanımıyorlar......"

Ve Durgun Akardı Don
Cephede nöbet tutarken, Mişa, Beşniyok'a söylüyor.

Ben de bilemedim adamın yüreğinde olup bitenleri.
Ama engel mi, benimkileri bilmemesine?
Değilmiş...

Bir akşam, iki kararlı ve gerekli cümle söylemeye gittim yanına. Tamamen maddeyle ilgili. Cümlelerin ne olacağı bile belli değildi, anafikirden başka.
Sonra, ne olduğunu anlamadan, kendimi "Belki de seni hala seviyorum" derken buldum...
Biliyor tilki gibi... Beni konuşturmayı, benim yalan söyleyemeyeceğimi, tek kaşım ve burnum havada hallerine düşmeden sorulanlara saf saf cevap vereceğimi biliyor. "Saf saf", genellikle salaklık hali için kullanılmasına rağmen güzel Türkçe'mizde, burada tamamen anlamını buluyor. "Saf" yani... Katıksız. Direkt.
"Belki de hala seni seviyorum" dedim, evet.
İlginçtir, böyle bir duygu taşıdığımı daha önce düşünmemiştim. Gel-git'ler vardı hep.
Bir anda çıktı ağzımdan.
Pişman mıyım? Utanıyor muyum?
Asla.
Kendimi kötü hissettim mi? Gururum kırıldı mı?
Hayır.
Tersine, kendimle gurur duydum. Vedalaşıp dönerken Amerikan filmlerinin şu meşhur tatmin hareketini yapmak istedim... Hani el yumruk olmuş, tek kol başının yukarısından hızla inerken çaprazındaki bacak aynı anda hızla yukarı atılır, gövde içeri bükülür ve "yesssss!" derler!!!
İçim hafifti. Mutluydum. Sonucunu düşünmeden, cevap beklemeden, gelirse de ne olacağından korkmadan, tedbirsizce söyledim. İçimin yağları eridi...
Bunlar olup biterken o kadar rahat ve güvenliydim ki -anladıysa-, ona demek istedim ki, "Benimle gönül rahatlığıyla uyuma şansın hala var. Ha oldu, istemezsen, benim zaten gönül rahatlığıyla uyuduğum biri var. Seni hala seviyor olmam, başkasını senden daha fazla sevmeyeceğim anlamına gelmiyor. İnsan en çok, onu çok seveni sever..."
Gönül rahatlığıyla uyumak... Akşam kafanı beraberce yastığa koyduğunda, yaptıklarından dolayı huzursuz olmamak. Yanındakinin seni incitmeyeceğinden emin olmak. Seni çok sevdiğini bilmek. Karşılıklı hataları bilmek, ama asla dile getirmemek. Unutmak. Kin beslememek. Önüne bakmak.
Ne güzel!
Ne zaman biteceği belli olmayan hayatımızda, yüreğimizden geçenleri dosdoğru söylememek, bana büyük kayıp geliyor şimdi. Ömrünü "ah keşke bunu bilseydi" lerle geçirmek yerine, "bunu bildiği halde olmadı" gibi bir kesinlik, insanı ferahlatıyormuş. İşte o zaman tamamen önüne bakabiliyormuş...
Düşündüm de, daha fazla ne söyleyebilirdim, diye...
"Gel mavi gözlü bir çocuk yapalım" olur muydu?
Söyleyecek tek cevap var, başkası uygun düşmez:
"Oooohaaaaaa!!!"

Çarşamba, Ağustos 02, 2006

NE TAMAMI BE, NE TAMAMI?

Tamam mamam değil.
Şimdi yorgunum.
Yarın yazarım birşeyler...