Salı, Ağustos 14, 2007

SIYIRTTIM

içinden geleni söyleeeeeee
kalırsa yazık oluuuuuuuuur
hayata küsüverirsiiiiiiin, hüzünler seni buluuuuuuuur
bişeyler yapabilirseeem güzel gözlerin içiiiiiiiiiiiiin
başından geçeni anlaaat , masaldır benim içiiiiiiiiiin

hele bi geeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeel , uzaklar sana gelir
sen hele bi geeeeeeeeeeeeeeeeeeeel , bütün dertler bitiverir
hep seni buluuuuuuur , uzun zor sıkıcı günleeeer
yazık oluuuuuuuur , hadi gel kurtar biziiiiiiiiiiiiiiii

dırı dırı dırınım, dırı dırı dırınım
dırı dırı dırınım, dırı dırı dırınım
dıt dıt dım

hele bi geeeeeeeeeel
lay lay lay la lom!

Pazartesi, Temmuz 23, 2007

DEFOL

Amaaaaaan!
Gönlüm geçti.
Bu, herhalde benim, "zannettiğimle gerçek arasındaki farkı anlama" dönemim...
Kendimi kandırarak tasarladığım portrenin aslında hiç de öyle olmadığını anlıyorum sanki.
Eğitici-öğretici bir dönem yani... Verimli bir yaz okulu...
Örtmenin neler öğretti sana kızım?

Arzedeyim efendim:
Biiiiir: Kendin gibi bilme kimseyiiiii!
İkiiiii: Kişi, kendinden bilir işiiiiiiii!
Üüüüç: Taş olsam çatlardııııım!
Dööööört: Çatladııııııım!
Beeeeeeeş: Ama mutluyuuuum!
Altııııııııııı: Bu örtmenden sıkıldıııııım!
Yediiiiiiii: Defol!

Cuma, Temmuz 13, 2007

YAYLAYA GİDİYOM GİTMEK İSTİYOM

Of aman, sıkıldım..
Yayla arıyorum. Tatil yapmak için.
Denizden sıkıldım, sanki her sabah kahvaltımı denize nazır bahçemde yapıyormuşum gibi... Deli miyim, neyim?
Çocukken tatile gittiğimizde, arabamız yollarda ilerleyip de yol iyice azaldığında, ablamla daha önce konuşulmamış, karar verilmemiş bir yarışa başlardık: Denizi ilk kim görecek? Genellikle araba bir dönemeci geçtiğinde deniz çıkardı ortaya, muhtemelen ikimiz de aynı anda görüp, aynı anda bağırırdık avaz avaz: Ben gördüm!
Sonra da, kavga edecek yeni bir sebebimiz olurdu, ablam saate bakarak 15 dakika küs kalacağını söyler, cidden de 15 dakika boyunca hiç konuşmaz, arkada mütemadiyen tepinen, sırası önceden belirlenmiş çeşit çeşit el şaplatmacalı şarkılı oyunları bağıra bağıra oynayan, ve hatta yumruklaşarak kavga eden, ayaklarını camdan sarkıtan arka koltuktaki iki deliden illallah demiş zavallı babam, nihayet yolun kalanını sessiz sakin araba kullanarak geçirebilirdi...

Neydi, deniz...
Denizden sıkıldım.

Yayla.
Ayder bozulmuş mudur?
Çok mu ayakaltı olmuştur?
Onun da boku çıkarılmış mıdır?
Pansiyonların saf sahipleri, ellerini ovuşturan turizm işletmecileri olmuşlar mıdır?

Şu an çok yarım yamalak hatırladığım bir yazı okumuştum.
Vakt-i zamanında, bilmem ne dağının eteklerinde, parayı hiç bilmeyen bir köye, dağcılar musallat olmuş...
Çıkış ve inişlerde köyde kamp kurmaya başlamışlar.
Köylüler onlara misafirperverlikle izzet ikramda bulundukça, onlar karşılığında para vermeye başlamışlar...
Parayla ne yapacaklarını anlamamışlar önce...
Sonra, öğrenmişler işi: Gelen giden dağcıların berelerini, ayakkabılarını satın almaya başlamışlar...
Kamptakilere çorbayı, suyu parayla vermeye başlamışlar.
Birbirlerine parayla birşeyler alıp verir olmuşlar.
Bozulmuşlar.
Çok bozulmuşlar.

Bu eğitici ve öğretici hikayeyle (aslında gerçek ama, böyle masal dede gibi anlatınca hikaye gibi oldu) durumu bağlamak da nereden çıktı anlamadım...

Denizden sıkıldım.
Yayla.
Hatta dereli yayla.
Ölmeden görmek lazım.
Emekli olunca yaşanabilecek yerler listesine yeni seçenekler eklemek lazım.

Bir de şu sinir e-mail'ler var ya, power point'le iyi yapanı da yapmayanı da edebiyat parçalayıp, iki manzara, üç kalp resmi, can alıcı bir müzik koyup birşeyler yazıyorlar... Bana gönderilen son sekizyüzelliüçünü okumadan sildiğim hani... Başlarda okuyup, sinir olup siliyordum.
Birinde diyordu ki; "ne bekliyorsun, istediğin hayatı yaşamak için ulan, neden herşeyi emekli olunca yapmak gerekiyor? Durma şşşşşşakkk (efekt) harekete geç!!!"

Nereye harekete geçiyorsun bilirkişi?
Sen mi doyuracaksın karnımı?
Vaktiyle birileri, tıpkı şu saf köylülere yapılan gibi sokmuş hayatımıza parayı...
Ha, istediğin hayat kelebek adasında maymunların arasında yaşamaksa, bilemem...
Ben bahçesi çoooook büyük, kendisi çooook küçük bir evde yaşayacağım. Böyle biline... Ona göre ayarlıyoruz herşeyi.

Bak, bir de mail'lerden daha beteri, kitaplar var...
Kim mutlu olmanın yolunu kitaplardan öğrenmiş?
Kim özgüvenini kitaptaki yolları izleyerek kazanmış?
Kim sevdiği adamı kitaplardaki taktiklerle ele geçirmiş?

Sarıkız çok güzel demişti: "Ferrarisini Satan Bilge'nin yazarı, sayemizde elli Ferrari alacak duruma geldi..."
Haydin, el ele verelim.
Secret'ın yazarı uçağının modelini değiştirecekmiş...

Denizden sıkıldım.
Yayla
Hatta dereli yayla...

Salı, Haziran 26, 2007

DEDİM NİHAYET

Acınası bir durumdayım...

Klişeler boşuna oluşmuyor.
Adam hissetmiş, öyle demiş... Sonra diğeri, diğeri...
Hepsinin de hissettiği aynı. Darbe aynı yerde.

Boğazım düğüm düğüm,
mideme taş oturdu,
içim yanıyor
kalbim ağrıyor.

Bu durumu, bunlardan daha iyi ifade edebilecek kelimeler yok.
Hiç uğraşmasın öyle, o bilirkişiler "imgelemdeki devinimsel arayışım sona erdi, varoluşumun sorgusal düzlemindeyim" gibi alengirli abidik gubidik ifadelerle klişeleri bozmaya... Bozulmaz onlar.
Çünkü gerçek, budur.
Ben, bu durumdayım.
ve hatta tam anlamıyla ...öt oldum.

Gidiyor...
Artık aynı şehirde, aynı mahallede yaşamayacağız.
Öyle bir heyecanla haber verdi ki bana.
Bir klişe daha: Onunla mutlu oldum, çünkü o çok mutluydu.
Terfi haberini alır almaz hemen de aramış beni...
Hemen beni aramış: Züğürt tesellisi...
Gidiyor...
Ötesi var mı?

Ve son bomba: Kelimeler kifayetsiz kalıyor.
Vallahi öyle.
Yazamıyorum işte...
Ne demeliyim ki?
"Ben onsuz ne yaparım?" mı?

Dedim bile...

Cumartesi, Mayıs 12, 2007

SEZEN-FERHAT-GİDEMEM-YALAKASIYIM

Yahu,
Bir şarkı bu kadar mı her kelimesinde "evet, evet" dedirtir?
En keyifli zamanımda bile dinlediğimde gözlerim doluyor.
Öyle melankoli bir kadın da değilim, şarkı dinleyerek gözlerinden yaş boşalan...

Ama bu şarkı var ya bu şarkı, "nasıl bu kadar güçlü oluyorsun" diyenlere cevabımdır.
Diyor ki şarkı, hayatta yaşadığın her acı, sana değer katar. Seni yıkmaz. Büyürsün. Olgunlaşma fırsatıdır.
Acıyı fırsata çevirmeyi bilene.
Sana acı yaşatana küsemezsin.
Bu fırsatı vermiştir sana.
"Unutamam acı tatlı, ne varsa hazinemdir."
Ben de hep öyle diyordum, diyorum, diyeceğim...

Ferhat Göçer, Yolun Açık olsun, 11 : Gidemem
Sezen Abla yapmış yapacağını.
Bu nasıl bir yürek, nasıl bir zekadır öyle?
Yine Sezen yalakası oldum.
O yapsın, Ferhat söylesin.
İyidir...

Pazartesi, Nisan 09, 2007

DELİ MIKNATISIYIM

Bugün işyerinde, kerli ferli, yaşını başını almış bir amcanın, kendisiyle aynı durumda olan başka bir amcaya arkadan sinsice yaklaşarak ve de gözlerini elleriyle örterek "bil bakalım ben kimiiiimmm?" hareketine tanık olduk Sarıkız arkadaşımla...
Daha bunun kahkahalarını içimde söndürememişken, hala aklıma geldiğinde gevrek gevrek gülerken, kazık kadar başka bir amcanın sırtında fosforlu bir post-it gördüm. Öylece geziyordu bihaber... Arkasındaki diğer koca kazıklar da kıs kıs gülüyordu...
Pek bir neşelendim...
Hemen ardısıra, iş için yardım ettiğim bir adam (raporlu deli) , gerekli yerlere gidip işlerini hallettikten sonra yanıma teşekkür etmeye geldi... Yaptığı işlemlerden biriyle ilgili, çok komik olmayan, ama o söylediği için komik hale gelen birşey söyledi. Zaten sabahtan beri zevkten gevşekleştiğim için bana bir gülme geldi ki, sorma gitsin... Ben güldüm, o güldü.... Ben kahkaha attım, o attı... Kendimi tutamadım, koltuğa oturdum, o da karşıma oturdu... Gözlerimden yaş geldi, o kalkıp bana "Allah seni n'etmesin" dedi... Daha da güldüm, mahvoldum. Birbirimize baktıkça gülme geldi, bitmedi...
Deli ve ben çok eğlendik...
Ama herşey durulunca, onu odadan göndermek kolay olmadı.
"Gene gelirim, güleriz" dedi...

Gelsin, bir sakıncası yok.
Ama anlamadım.
O mu beni eğlendirdi, ben mi onu?

Cuma, Mart 30, 2007

ERKEKSEN SÖYLE!

Ben şaşkınım.
Ben hala kendime gelemedim.
Ben onu bitirmiştim.
O da beni bitirmişti.
Benim ona "gel, mavi gözlü bir çocuk yapalım" dememe ramak kalmışken, o bana "artık bir araya gelmemizin hata olduğunu düşünüyorum" demişti.
Üzülmemiştim.
Mutlu olmuştum.
Rahatlamıştım.
Bunu söyleyebilmenin özgüveni çok keyif vermişti.
Hatta demiştim ki kendime, "amma yürekli karıymışsın be!"
Bilmek, şüpheyle beklemekten iyidir çünkü.
Kapıyı bir kapatmıştım ki bunu duyduğum geceden sonra, ancak kapattıran açabilirdi kilidi. Anahtarı içeride unutup, dönmemek üzere komşuya gittim.
Nasılsa başka bir evsahibi gelip beni alacaktı. Canım ister giderim, istemez gitmezdim. Zaten yolumu çizmiştim.(çizdim) Mutluydum.(mutluyum)
O kadar da emindim (eminim) kendimden.

Dün geceden beri şaşkınım.
Duyduklarımı yazmalı ve unutmamalıyım.
Belki onun ağzından duymam bir daha.
(Hatırlama sırasına göre)


Neee?
Bir sürü sevgilim oldu ama hiçbiri yerini dolduramadı.
Senin yerin hayatım boyunca hep çok özel ve farklı olacak.
Seni çok üzdüm.
Bana kızgın mısın?
Beni özlüyor musun?
Seni aldattım ama ondan hariç çok da kötü davrandığım zamanlar oldu.
Nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsun?
Keşke çocuğumuz olsaydı.
Sana çok büyük haksızlık ettim.
Ben çocuk istiyorum.
Sen çok iyi bir anne olurdun. Hatta o kadar iyi olurdun ki, benim tüm hatalarıma rağmen, kızgınlığını ona yansıtmazdın. Hep saygı duyardı bana. Bilmezdi yaptıklarımı.
Bana o güzel şeyleri söylediğin gece kendimle mücadele ettim. Hiç hissetmediğim şeyleri söyledim. Ne kadar salaktım değil mi?
Seni çok özledim.
Çok çekicisin.
Bunları başkalarına da söylüyorum. Onlardan duymadan benden duy.
Amacım kafanı karıştırmak değil.
Bana sarılsana.
Let's make love....
Neden olmaz ki? Yabancı mıyız?



Bilmem?
Yabancı mıyız?
Değiliz tabi ama, o kadar da değil.

E, n'oldu şimdi?
Kendimi zafer kazanmış gibi hissetmiyorum.
Gururum dehşetle okşandı, ayrı.
Sadece, bunları yazarken bile sürekli gözlerim doluyor. (Aslında buna "ağlamak" deniyor)
Yanındayken hiç açık vermedim ama, hatta bir ara ağlayacak gibi olduğunda görmemezlikten gelmeme rağmen, eve dönene kadar ağladım yolda. Araba-ev arası tuttum kendimi, yatakta yine ağladım sabaha kadar.
Nasıl bu kadar güçlü olabildiğimi sormuştu bana.
Demiştim ki, "bu yaşadıklarımı fırsata çevirmeyi tercih ediyorum, hayatta her şeye hazırlıklı olabilmek için."
Doğru tabi. Sonuna kadar fırsata çevirdim herşeyi.
Ama hala, benim ne kadar acı çektiğimin farkında değil o zamanlarda.
Bu acılar fırsata çevrilirken ödediğim bedellerin farkında değil.
O kadar büyük bir acıydı ki bu, ömrü hayatımda, bunun büyüklüğünü itiraf edebildiğim tek bir insan yok.
Aldatılmak mı acıttı canımı?
Hayır.
Sadece "aldatılmak", biraz üzerdi beni. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil ki...
Başkasını sevdin, git işte. Tutan mı var?

Bu acı o kadar karışık ki...
Çocukluğun, gençliğin, hayatının yarısı sana kalleşlik etti, kocan değil o... "Koca" dediğin nedir ki bunun yanında?
Ben kapıyı kapattım ona ama, bu kadar derin bir sevgiyi, sahibinden başka kim tutabilir ki?
Çok seviyorum onu.
Bilmiyor ki...
"Kuyruğu dik tutma" sanatı, budur...

Eeeeee?
Şimdi yine acı çekiyorum.
Ne kadar acı çektiğimin farkında değilse, beni yeniden yaralarsa, bana neler olabileceğinin de hiç farkında değil demektir.
O zaman "nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsun?" diye bir soru da soramaz ki...
Kalmaz bende güç müç.
Hak getire...

Belki de yanlış anladım.
Belki de bu aralar özlemi kabardı, öyle bir dönem geçiriyor.
Geçecek belki.
Söylemedi ki adam gibi, "benim durumum budur, istediğim de budur" diye...
Şöyle bir yumruk çaksaydı masaya...
"Benim durumum seni özlemek, istediğim de sevişmek sadece" deseydi, ona da razıydım.
Sevişmeye değil...
Bunu bilmeye...

Eski kocam, daim aşkım!
Söylesene benden ne istediğini...

Cumartesi, Mart 17, 2007

RTT

Red Kit'in bir köpeği vardı hani...
Rin Tin Tin.
O kadar saftini bir köpekti ki, herkesin çok iyi kalpli olduğunu, kendisini çok sevdiğini zannederdi. Biri ona gülümseyerek baksa, hemen arkasından giderdi ve "Aaa ne iyi biri... Bana gülümsedi. Dur şunun peşinden gideyim de, bana bu kadar iyi davrandığı için teşekkür edeyim..."derdi.

Neden yazdım ki bunu?
Konunun benimle ne ilgisi var?
Varsa da, kalmadı artık...
Rin Tin Tin, artık, Rin Tin Tin olarak kalmayı ama Rin Tin Tin gibi görünmemeyi, Rin Tin Tin olmayanların savaş silahlarını bilmeyi ama kullanmamayı, kısaca "itlik" bilip, "itlik" yapmamayı öğrendi.

Cuma, Mart 09, 2007

BİR GÜL REÇELİ OLAMADIM

Bir aydan fazla olmuş, birşeyler yazmamışım, ve hatta e-maillere bile bakmamışım, ve hatta sevdiğim sayfalara dalmamışım, ve hatta hayat fantazilerini blog sayfalarında anlatan tanıdıkları merak edip "ay ay dur, seninki yine ne fantaziler yaratmış da bizi kandırmaya çalışıyor" diye turlamamışım, ve hatta ki hatta, 23 Nisan tatilini değerlendirme çalışmalarına web üzerinden hayaller kurup, "şuraya mı gitsem, buraya mı" diyerek yörelerimiz türkülerimiz ile Türkiye'min, kıta kıta dünyanın ne kadar büyük olduğunu düşünüp afallamamışım... Her yere canları isteyince gidebilenleri kıskanmamışım...
Aklıma ilkokuldayken, espri makinemiz Erkan'ın sorduğu bir soru geldi:
-Neden bütün kıtaların adı a ile başlar ve biter? hehü hü???
-Neden (salak Erkan) ?
-Sadece tesadüf, ehü hü he hühü....
-(Salak kızlar korosu) Ay ne etkileyici çocukkkk!

Eğirdir iyidir...
Az önce karar verdim.
Göl, Davraz, Kovada... Yeterli, makul, değişik... Köy de var, kasaba da... Göl de var, kar da... Bir de gül fabrikaları.
Geçen sene zeytinle bozmuştum... Bu sene açılış gülden olacak. Gül sabunu, gül suyu, gül kremi... Gül reçelini herkes sevmez, sevenler tutkuyla sever. (Keşkem benim için de böyle düşünülseydi...)
Gül nasıl asil bir çiçektir öyle. Vermesini bilene, almasını da bilene. (Keşkem bana da, vermesini bilen biri gül verseydi. Pek güzelce alırdım...)

Aslında ben bugün biraz huysuzum.
Ben niye gül reçeli değilim?

Cuma, Şubat 02, 2007

ŞÜKÜR

Aman o ne iki haftaydı öyle!

Gerçek, gerçek... Hepsi gerçek.
O Türk filmi usulü "kötü kadın iş çevirmeceleri" mi dersin...
"Yalan Ağacı (Yalan Rüzgarı ve Hayat Ağacı'nın aynı dönemde yayınlanmasından kaynaklanan kavram karmaşasıdır, bir tanıdığımın annesinin beyanıdır) entrikaları" mı dersin...
İşyerinin tüyü yeni bitmiş saf güvenlikçilerini ayartıp, hani şu karşısında türkü söylediğim kameralardan beni takip ettirmeceler mi dersin...
Çaycıyı bardağımı yıkamasın diye köşeye kıstırmacalar mı...
Ben orada çalışmaya başladığımda kimse bana yardım etmesin, kimse birşey öğretmesin diye özel toplantılar düzenlemeceler mi...
Hüüüüüüü, hü!!!
Hangi birini anlatsam...

Sonra gel de, insan ayrımı yapma.
Hiçkimse kusura bakmasın, şehirde yetişmiş züppelerle (kendim dahil), köyde yetişip bozulmamış saf insanım arasında bir yerlerde tutunmaya çalışan, cehaletle züppeliği bir arada yaşayan, şehirde büyümediği için şehirli gibi davranamayan, köyde büyümediği için onlar kadar katıksız olamayan bir varoş camiası var... Hani telefonda konuşurken aşırı kibar, "evet" yerine "iveeeet" diyen, "tamam" yerine "tımaaaam" diyen ama, telefonu kapatır kapatmaz arkadaşına "gız Allah canını neetmesin, o ne yırtmaç öyle, neredeyse şeyin görükecek. Kaça aldın kıııı?" diye bir çıkışta bulunan...
Hepsi değil. Hepsi olsa, "varoş" der geçerdim.
Bunlar, bir varoşun 'bir kısmı'.
Cahil kısmı.
El belde gezen kısmı.
Şuursuz kısmı.
Aptal kısmı.


Cahil+aptal= En tehlikeli düşman.
Evet, böyle bir yazı okumuştum.
En tehlikeli düşman, cahil ve aptal olanmış. Her kim tespit ettiyse bunu, çağırın, kendisini çalışmalarından dolayı tebrik edeceğim. Çekinmesin, arasın beni. Ödül de var...

Bu "en tehlikeli düşman"a karşı ben ne yaptım?
Önce kendisini, cümlenin ögeleri misali ayırdım.
Özne: Düşman
Tümleç: Cahil ve aptal
Yüklem: Sallama.

Sallamadım.
Hiiiiiç sallamadım.
Bardağımı kendim yıkadım. İncilerim dökülmedi.
Güvenlikçi salağa "hakkında görevini kötüye kullanmaktan şikayet var" diye espri yaptım. Ben gülümserken onun mor halkalarını seyrettim. Çok eğlendim bu renk şölenini seyrederken... Bir daha yanıma uğramadı...
Çalan telefonlara saldırıp işimi yapmaya çalıştılar, bir süre sonra vazgeçtiler. Çünkü onlara sekreter muamelesi yaptım elimde olmadan. Ne yapabilirim beni arıyorlarsa??? "Bağla kızım" dedim, bağladılar!
Hep gülümsedim.
Dudaklarımı içimden içimden yemedim.
Tırnaklarımı ağzıma götürmedim hiç.
Beni asla tasalanmış görmediler.
Kahkahalarım sinirlerini bozdu.
Beni görmeye gelen "müşteri"lerin baklavalarını su böreklerini çikolatalarını yediler.
Yerken, çizgi filmlerdeki hani şu zorla dinamit yutturulan tavşan gibi, yutkunduklarında boğazlarından"gürp, gürp" sesi çıktı. (1.gürp: hasssss 2.gürp: tiiiiiiir.)
Bana yaptığı resmi, yazdığı şiir kitabını hediye edenler oldu. (en az üç "gürp" eder.)
Delirdiler.
Çıldırdılar.
Çetebaşı on gün rapor aldı. (Yeminle)
Çetebaşının yalakasını, boşanacağı kocası kaçırdı, işe gelemedi bugün. Haftaya Allah kerim!

Alma mazlumun ahınıııııı,
Çıkar aheste aheste.

Ama ben beddua etmedim ki!
Havale ettim O'na.
Dedim ki, "Onlara akıl fikir ver"
O kadar...
Ben birşey yapmadım.
O yaptı.

Dua edin.
Herkes dua etsin.

Önceki Pazartesi, ağlarsam nereye kaçarım planları yaparken, şimdi beni ağlatmak isteyenler kaçacak delik arıyor...
Haince zevk alıyorum bundan.
Ama gerçekten böyle olsun istemedim.
Sadece dua ettim. "bed"ine kıyısından bile dokunmadan...

Teşekkürler Allah'ım.
Beni şımarttın.

Perşembe, Ocak 18, 2007

KAFAM KARIŞTI

Dedi ki "biri" bana,
Yörüngene giren insanlara çok büyük katkıların oluyor.
Ama onların sana katkısı hiç yok...

İltifat mı, hakaret mi?
Anlayamadım.
Düşünmem lazım...

Şimdi, "yörünge"me (??) aldığım insanlar var.
Düzeltelim, ilişki kurduklarım...

Onlara büyük katkılarım var...
Kötü niyetli düşünelim:
Soru: Terbiyeyi kimden öğrendin?
Cevap: Terbiyesizden. (1921, anneanne söylemi)
İyi niyetli düşünelim:
Onların iyi şeyler yapmasını sağlıyorum.
ya da iyi hissetmelerini...

Ama onların bana katkısı hiç yok...
Kötü niyet:
Etrafımdakilerden hiçbirşey öğrenemedim.
İyi niyet:
Etrafımdakilere iyi şeyler verdim, karşılığını göremedim.

Sonuç:
Yine anlayamadım.
Bir ara düşünürüm.
Çok da önemli değil.
Belki önemli de, söyleyen çok önemli değil.
İyi tanımıyorum kendisini.

Boşver, düşünmeye gerek yok.
Vakit yok.
Ama kafama takılırsa gece filan, düşünebilirim elimde olmadan... (kafiye yaptım, farkında olmadan!)
Söz vermeyim.

Pazartesi, Ocak 15, 2007

EYLEMLERİM DEVAM EDECEK

Eylem planı-1:
Bir miktar köpek kakası alınır. (Elle değil, poşetle!)
Bu malzeme özenle ince ve içini göstermeyen bir kağıda sarılır, kağıdın malzemeyi sıkıca sarması sağlanır. Bu oluşuma kısaca "hediye paketi" diyeceğiz.
Hediye paketi, malum kişilerin evinin önüne gizlice konur.
Hediye paketinin ucu, aynı gizlilikle ve bir çakmak marifetiyle hızla tutuşturularak, daha da hızlı bir şekilde malum kişilerin kapıları çalınır, en hızlı şekilde oradan uzaklaşılır.
Malum kişiler, kapılarının önündeki küçük yangını söndürmek maksadı ile, ilk akla gelen hareketi yapar, ayaklarıyla paketi ezerek söndürmeye çalışır.
Bu ezme hareketi sonucu, ayaklarına köpek kakası bulaşır.
Kaçan kişiler bunu bilerek eğlenir, intikam sevinci yaşar.

Eylem planı-2:
Mutsuz ev kadınlarının pencere önlerinden ilişiklerini kesmek maksadı ile mahalle kumpanyaları düzenlenir. Bu kumpanyalara, onlara ne kadar güzel olduklarını söyleyip, romantik danslar edecek yakışıklı kişiler çağırılır.
Bu şekilde, mutsuz ev kadınları mutlu edilir. Böylece, yakışıklı kişileri düşünmekten ve mutluluktan, pencereden sarkıp, onun bunun köpeğine kafayı takmaları önlenir.

Eylem planı-3:
Emekli olmuş, sürekli ev işlerine karışıp karılarını deli ettikleri için, günlerini kendi benzerleri diğer arkadaşlarıyla geçiren ve boşluktan çareyi site yöneticisi olmakta bulmuş prostat mevsimi gelmiş amcalara yalancıktan iş kurulur.
Bu işyerlerinde, kendilerine kalantor masalar, deri koltuklar ve her söylemlerini emir adleden odacılar tahsis edilir.
Yine yalancıktan, bu işyerinde çok önemli projeler gerçekleştiriliyor havası yaratılır.
Maalesef gerçekcikten, akşam evlerine dönerken ceplerine az biraz para konur.
Bu şekilde, kendilerine meşgale bulmuş, hala sözleri dinlenen ve para kazanan mutsuz amcalar mutlu edilir.
Böylece, işyerlerindeki çok önemli projeleri düşünmekten ve mutluluktan, sabah akşam site içi denetimlere çıkıp, onun bunun köpeğine kafayı takmaları engellenmiş olur.

Eylem planı-4:
Sitedeki tüm posta kutularına spor salonlarının, el sanatı kurslarının, çöpçatan kuruluşların vesair, broşürleri atılır.
Böylece, yukarıdaki iki gruba dahil olup da, adıgeçen eylem planları ile iflah olmayanlara islah edilmeleri için başka seçenekler sunulmuş olur.

Eylem planı-5:
Hiçbiri işe yaramazsa, en yakın benzinciye gidilip, en masum ifadeyle "Arabamın benzini bitti, biliyorum, artık bidonla benzin vermiyorsunuz ama pek müşkül durumdayım pompacı bey" denir.
Benzin alınır, sitenin orta yerinde bir elde benzin bidonu, diğer elde çakmakla "layyyn, beaaaa, yeter artık" gibi haykırışların bolca yer aldığı bir konuşma yapılır.

Eylem planı-6:
Jandarmanın büyük ihtimalle kısa sürede gelmesi nedeniyle son bulan eylem planı-5 tutmayacağı için, düzenli olarak loto, toto, şans topu oynanır, para çıkar, site ateşe verilerek çiftlik evine taşınılır.

Pazar, Ocak 14, 2007

AMPUL PATLADI ŞOFÖR ATLADI

Bizim mutfağın lambası ben deyim bir ay, öbürküsü desin iki aydır yanmıyordu...
Sebep?
Ampul değiştirebilirim ama o "duy" dediklerinden korkuyorum. O bozulmuş mu ne?
Basiret de bağlandı, ha bugün ha yarın derken, tamirci (enişte) çağırmayı da erteleyip, aspiratörün altındaki küçük lambalarla idare ediyoruz bunca zamandır.
Bugün artık rahatsız olup, tamirci (enişte) çağırdık, mutfak lambamıza kavuştuk...
Lakin bir problem var:
Biz hala aspiratörün altındaki küçük lambaları kullanıyoruz....Mutfağa girdiğimizde elimiz onun düğmelerine gidiyor...

Sonuç:
1. Yerine koyabildiğin iyi kötü birşey varsa, öbürünün yokluğuna alışıyorsun. (mu?)
2. Yitirdiğin "şey" çok basit bir-iki eylemle sana geri gelecek olsa bile, sen yokluğuna alıştığın için ya da yokluğu -şimdilik- seni rahatsız etmediği için, onu geri getirmek için kılını bile kıpırdatmıyorsun. (mu?)
3. Yitirdiğin "şey" in yokluğu, seni artık ciddi boyutlarda rahatsız etmeye başladığında onu arıyor, geri getirmeye çalışıyorsun. (mu?)
4. ve fekat, geri geldiğinde, yokken, yokluğu seni rahatsız eden "şey" in varlığını unutuyorsun. Elin öbürüne gidiyor... "İdareten" olana... (mı?)

Cogito ergo sum!!!

Cumartesi, Ocak 13, 2007

BUNAK

Kendime, Sarıkız'a ve MMonroe'ya o sihirli değnekleri neden almıştım yeniyıl hediyesi olaraktan?
Hatırla bakalım.
Bir hatırla...

Var mı bir çağrışım, bir ampul, şimşek filan?

Pazartesi, Ocak 08, 2007

KARA(RMAYACAK) SEVDA

Ben aşık oldum.
Kendimi harika hissediyorum.
O bunu bilmiyor.
Bilse kulaklarına inanamaz.
Benden bunu beklemez. Çizmiş yolunu.
Mutlu olur mu?
Bilemem.

Boşver.
Ben aşık oldum.
Kendimi harika hissediyorum.
Hep aynaya bakıyorum.
Her an çıkabilir karşıma diye, iki dirhem bir çekirdek geziyorum.
Bakkala giderken bile!
Ellerime sürekli krem sürüp, zırt pırt parfüm sıkıyorum.
Akşamları yüzüme yoğurt sürüyorum. Kokuyor, yıkıyorum.
Gözlerimi kapatıp hayaller kuruyorum.
Ona yapacağım şımarıklıkları düşünüyorum.
Yaptığım en güzel yemeği hatırlamaya çalışıyorum.
Gideceğimiz en güzel tatili planlıyorum.

O bunları bilmiyor.
Bilse çok şaşıracak.
Belki kendini, en son aşık olacağım insan olarak biliyor.

Boşver, ben aşık oldum.
35 yaşında, ilk kez aşık oldum.
Bundan ona ne?
Kendimi harika hissediyorum.

O da öyle hissedecek.
Ama henüz bunu bilmiyor.

Ben aşık oldum.
Kavuşunca geçer mi?

Pazar, Ocak 07, 2007

İYİ BAKIN BİRBİRİNİZE

Ben mezarlık ziyaretini sevmiyorum.
Onu orada görmekten hoşlanmıyorum.
Orada değil çünkü.... de... kimseye anlatamıyorum.
Kimseyi memnun edeyim diye değil, sırf neden gelmediğimi belki merak edip üzülüyordur diye gidiyorum.
Halbuki ben onu hergün anıp, hergün dua yolluyorum...
İlla ki gözlük ve şapkayla gidiyorum.
En dirayetli zamanlarımda bile, daha uzaktan ismini görür görmez, herşeyi bırakıp ağlamaya başlıyorum.
Çok ağlıyorum.
Tutamıyorum kendimi.
Beni böyle görmekten mutlu olmaz.
Tutamıyorum.

Bir de, ne kadar bencil olduğumuzu farkettim son gidişimizde.
Sanki sadece bizim babamız gitti...
Orada olan herkesin seveni, özleyeni, ziyaret bekleyeni var.
Kimin ne kadar zaman önce son ziyaretçisini kabul ettiği, mezarların üzerindeki çalılardan belli olur.
Bu sefer, babamın bütün komşularına da dua ettim. İki yanına, önüne, arkasına...
Mezarlarındaki çalıları temizledim.
Birer çiçek koydum başuçlarına.
Birbirlerine iyi baksınlar diye...

Cuma, Ocak 05, 2007

DELİRİN, ÇOK ZEVKLİ

Bugün itibariyle, beni gerçekten iyi tanıyıp ve de sevenler arasında, bana "deli" olduğumu söyleyenlerin sayısı ona ulaştı.
Korkuyorum doktor.
Kim bu rezil-i rüsva kişilikler?
1- Annem (yaş 62, k, defalarca beyan etti.)
2- Ablam (yaş 37, k, defalarca beyan etti.)
3- Büyük yeğenim (yaş 12, e, son birkaç görüşmemizin hepsinde beyan etti.)
4- Eks hazbınt (yaş 36, e, çeşitli geyiklerimizde beyan etti.)
5- Sarıkız arkadaşım (yaş 27, k, hilafsız, beni gördüğü hergün beyan etti. )
6- Çerkes Kızı arkadaşım. (yaş 35, k, beni her gördüğünde beyan etti.)
7- Çerkes Teyzem (yaş 66, k, bana "delibozuk" diyor.)
8- Denizli Horozu arkadaşım. (yaş 35, k, yılda bir-iki görüşürüz, her gördüğünde der.)
9- Kuzenim (yaş 27, e, beni arkadaşlarına "deli kuzenim" diye tanıttı.)
10-Babacığım. (Rahmetli, e, bana "deli koko" derdi.)

Doktor, ben deli miyim?
Deli olmaktan memnun muyum?
Bana 'deli' denmesi hoşuma mı gidiyor?
Kimseye zarar vermeden istediğin herşeyi yapabilmek cesareti delilik mi?
İnsan yaratığının büyük kısmını sallamadığım için onlarla eğlenmek delilik mi?
İşyerimdeki güvenlik kameralarına bakıp el sallamak, türkü söylemek delilik mi?
Yeğenlerime üşenmeden tayt ve tütü giyip bale gösterisi sunmak, böyle bir san'at olayı ifşa etmek delilik mi?
Hacca gidip hüdaya ermiş komşularımızı yılbaşı gecesi zorla sokağa çağırıp, zorla şampanya içirmeye çalışmak, ısrar etmek delilik mi?
Köpek oğlumun sokağa bıraktığı minik ve mis kokulu hediyeleri, daha destur bismillah cebimden boş poşet çıkarıp toplamaya niyetlenirken, hediye bombalarına "iğrençsiniz, sokaklar tuvalet sanki" gibi zeka pırıltıları bezeli yorumlar getirenlere, onlar bu yorumları yaparken köpek bokuynan doldurduğum poşeti gözlerine sokmak suretiyle saygıyla sunmak, hediye etmek istemek, "hava soğuk, ellerinizi ısıtır" demek delilik mi?
Çiçeklerime Pakize, Nurhayat, Nesligül; elektrik süpürgeme Kezban, arabama Racır (in English, Roger) gibi isimler takmak delilik mi?

Büyük market arabalarına asılıp, marketi kayarak gezmek delilik mi?

Kime zararı var ayol bunların?
Ne demişler?
Akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine, deli ol, dünya senin kahrını çeksin!
Ne kahır varsa bunda...
Çekinmeyin, delirin.
Çok zevkli.

Perşembe, Ocak 04, 2007

ANACIĞIM BANA MASAL OKUSANA!

Uykum var.
Uyuyamıyorum kaç gecedir.
Her yolu denedim.
Öyle ballı süt, ılık duş, sıkıcı bir kitap filan değil. Kesmez onlar... Denemedim mi sanki?
Son çareler:
Yatakta kendimi salladım. Salladıkça salaklaştım, hareket ettikçe uykumun açıldığını bayağı bir sonra farkettim...

Dilimin üstüne bir cimcik deniz tuzu koydum. Önce iyiydi... Sonra tuzun erimeye başlamasıyla ağzımda iğrenç bir tat oluştu. Eriyen tuz boğazımı yaktı, öksürmeye başladım. Kalkıp su içtim. Uykum açıldı.

Sağdan soldan okuduğum yarım yamalak gevşeme tekniklerini uyguladım. Derin derin nefes aldım. Tüm kaslarımı serbest bıraktım. Ellerim, kollarım, omuzlarım, göz kapaklarım... Hepsini becerdim mi diye düşünürken, uykum açıldı.

Bari kalkıp temiz hava alayım dedim, pencereyi açtım. Önüne dikildim... Plana göre öyle üşüyecektim ki, koşarak sıcacık yatağıma gidip, huzurla uykuya dalacaktım. Soğuk ve temiz hava ciğerlerime doldu, yağmur da yağmış, etraf toprak kokuyordu, pek hoşuma gitti, oksijen yiyen beynim canlandı, uykum açıldı.

Televizyonu açtım, güzel film buldum: Jacknife... Fazla güzeldi. Sonuna kadar seyrettim, uykum açıldı.

Kalktım yerimden, gittim mutfağa... Gecenin bir yarısı saçmalamayım diye, masum ve kocaman bir portakal aldım buzdolabından... Tam istediğim gibi soydum. Kabuklarını almadan, ince ince yarımaylar. Tabakta az durdular, üstelik onları doğrarken iştahımı kabarttılar, yanlarına bir masum ve kocaman elma da soyuverdim... Elmaların üzerine tarçın serptim. Gömüldüm yatağa, aldım kucağıma mis kokulu tabağı. Hapır hupur, şapır şupur yerken, çiğnerkenki gürültüleri beynimi uyandırdı. Üstelik ellerim yapış yapış oldu, kalktım yıkadım, uykum açıldı.

Dört gündür, o da sabaha karşı hepi topu altı yedi saat uykuyla acaba insomnia tehtidi altına giriyor olabilir miyim? Uyuyamadıkça daha da salaklaşır mıyım? Salaklaştıkça, uyumak için bulduğum yöntemler daha da salaklaşır mı? Yöntemler salaklaştıkça daha da mı az uyurum?

Bu gece yatmadan önce kendi etrafımda sekiz kere dönüp, oniki kere de "rumba, zımba, zıp" diyerek zıplayacağım.
Ya da, Pembe Panter'in kara yağmur bulutu gibi sürekli başımın üzerinde gezen soru işaretlerini poflatacağım... Soru soracağım. Sahiplerine...

Salı, Ocak 02, 2007

NE İDÜĞÜ BELİRSİZ YAZI

Aman yok, öyle şeyler yazmayacağım...
Yeni yıl sözleri, iyi dilekler, sigarayı bırakacağımız meşhur (01 Ocak 2007 saat 00.00) zaman dilimi, kırmızı don bereketi, yeni yılda ilk kimi öptük, yeni yıla girerken ne yapıyorduk...
Ben bir keresinde, çocukken, yeni yıla tuvalette ve kusarak girdim. Yediğim onlarca sigara böreği, kaşık kaşık rus salatası ve çerkes tavuğuna çocuk midem dayanamamıştı... Annemler de tuvaletin kapısında, onları da içeri sokmuyorum, "Yavvvvrummm, iyi misin? Gelelim mi?" haykırışlarıyla bekliyorlar... E, N'oldu? Tüm sene boyunca ne ben kustum, ne de annemler başımı bekledi... Yalan, yalan. Hurafe...
Kırmızı don da hurafe... Kırmızı don üreticilerinin kakaladığı bir aldatmaca... Bir de yeni yılı beraber karşılayacağımız, ama çok samimi olmadığımız insanlara verilebilecek en kaçak hediye... Nice seneler bilirim, saat tam 00.00'da işi gücü bırakıp sinsice kırmızı don giymeye gitmişimdir... Elalem neş'e içinde birbirini kucaklarken ve çoğu zaman alkol ve karmaşanın etkisiyle kimi kucakladıklarının bile farkında değilken, ben tüm farkındalığımla o kırmızıyı giymeye çalışıp, koşa koşa karmaşaya dahil olmuşumdur... Bu emeklerim, bana sonsuz bereketli bir yıl olarak yansımış mıdır? Hayır...
İtiraf: Ne olur, ne olmaz, bu sefer de giydim... Belki de bu geceyarısı törenime şimdiye kadar anlamlı bir yanıt gelmediği için küsmüşümdür kırmızı dona... Olabilir...
Yalnız, bir hurafe konusunda şüpheliyim...
Geçen yılbaşı, yılın ilk dakikalarında sokakta dans edip, hemen ardından büyük bir caddeyi koşa koşa geçip geri döndüm... Ne oldu? Bol bol gezdim geçtiğimiz sene... Çok da eğlendim... Bilmem ki tesadüf mü?
Gittikçe batıyorum.
Amacım, yeni yıl hurafelerini alaşağı etmekti, yazını başıyla sonu (şimdilik sonu) çelişki dolu...

Çekil git çelişki...
Önemli şeyler yazacağım.

Denk geldi. Yeni bir yıla girdiğimiz için, "Geçen yıl ne öğrendim?" klasiklerine girmeyeceğim...

Bana birşeyler oldu son birkaç yılda...
Sabır küpü oldum.
Bir dinginlik, bir olgunluktur gidiyor.
Bir 'herkesi kendi haline bırakma' durumu...
Bir 'bunlarla uğraşamam, hayat çok kısa' ukalalığı...
Dedikodu kumkumalarına bir yandan çarklı gülüş tavrı...
Canımı -hala- acıtmak isteyenlerin canını 'yoksayma' tekniğiyle acıtma akıllılığı...
Ayağımı kaydırmaya çalışanlara ağzımın kenarından gülerek çıkardığım bir "tıh" sesine eşlik eden omuz silkme özgüveni...
Belli bir duruş, kendinden memnuniyet...
Kimsenin canını bile isteye acıtmamış olmanın verdiği huzur...
Unutmak, kin tutmamak, affetmek...
Özür dilemesini bilene "Olur böyle şeyler, hayat bu" demek... (Henüz diyemedim.)
Hataları itiraf edebilmek...
En kötü huyunu keşfetmek: Herkes için en iyisini ben düşünürüm.
Biraz daha az kötü huyunu keşfetmek: Eleştiriye açık değilim.
Ondan biraz daha az kötü huyunu keşfetmek: Sinirlenince ne dediğimi bilmiyorum.

Öyle işte...
Bağlayamadım.