Çarşamba, Nisan 05, 2006

KINIYORUM...

Aynı ana-baba, aynı gün doğum, aynı çevre, -varsa- aynı kardeş, aynı akrabalar, aynı beslenme alışkanlığı, büyük ihtimalle aynı okullar... Aynı da aynı.
Tek yumurta ikizleri bile, tüm bu şartlara rağmen farklı huylar edinebiliyormuş. Çünkü, en basiti ve en akla gelmeyeni , yemek masasında oturdukları yerler farklı en azından, ve biri yemek sırasında karşısındaki tabloya bakarken, diğeri pencereden dışarıyı görebiliyormuş. E, böyle olunca ne oluyor? Atıyorum, biri tablodaki genç kıza "güzel" derken, öbürü sokaktan geçen koca memeli teyzeye "güzel" diyebiliyor.
Bana mantıklı geldi.
Her insan farklı, aynı şartlara sahip olsalar bile...
Daha CD'lerin yurtdışından getirilip, eşe dosta "teknolojinin son harikası" diye tanıtılıp hava atıldığı dönemlerde, bundan 16-17 yıl önce, üniversitede bir hocamız sınıfa iki tarafı da pasparlak disket şeklinde birşey getirdi. Tahmin edileceği üzere, meşhuuur CD! Bizlere de, elimize küçük birer kağıtla kalem alıp, masanın ortasına koyduğu CD'nin etrafında daire olmamızı istedi. Ders, "Bireysel Farklılıklar".
Sordu: Ona bakınca, üzerinde hangi şekli görüyorsunuz?

Cevaplar:

  • Kırmızı-mavi halkalar
  • Mor dalgalar
  • Yeşil yuvarlaklar
  • Pembe yıldızlar
  • Sarı baklavalar
  • Turuncu spiraller...............

Sonuç: Bakılan şey aynı da olsa, her bir insanın bulunduğu yerden gördüğü farklıdır.

Bravo!!!

Bunun temelinde de, ailenden öğretmenine, edindiğin arkadaşlardan okuduğun kitaba, yaşadığın çevreden yemek masasında oturduğun yere, hayatta yaşadığın yoksunluklardan annenizin kapıcınıza davranış tarzına, seçtiğin eşten yaptığın işe kadar pek çok etken bulunur, nokta.

İnsanlar farklıymış.

Herkes senin gibi düşünmüyormuş, bu çok normalmiş.

Senden farklı düşünenler, senden daha iyi ya da daha kötü değilmiş.

Senden farklı düşünenleri anlayabilmek için, CD masasının etrafındakilerle arada bir faraza da olsa yer değiştirmek gerekiyormuş.

Bu yolculuk sırasında bulunduğun yerde gördüklerin seni mutlu etmediyse, oraya ait değilmişsin, olmaya da çalışmamalıymışsın, kendini kandırmamalıymışsın. Mesela, çok zenginmişsin gibi ya da çok derin bir sanat zevkin varmış gibi davranma, komik olurmuşsun. Ağıza afiyetle alınıp (bu senin kendini oraya ait olduğunu zannettiğin dönem), çiğnenip (bu senin sınandığın dönem) tükürülmekten (bu senin dışlandığın dönem) öteye gidemezmişsin.

Bu yolculuğa çıkmaya zahmet etmiyorsan, en azından onları kınamamayı veya onlara özenmemeyi bilmeliymişsin.

Bulunmayı istediğin yer, -iyi ya da kötü- farklı bir birikim gerektiriyormuş ve sen onları biriktirmeden zeplinle inemezmişsin. Çiğ görünürmüşsün.

Bulunmayı hiç istemediğin yer, -iyi ya da kötü- ancak orada bulunanın yaşadıklarını onların gözüyle sınadığında da kötüyse gerçekten bulunulmaması gereken bir yermiş... Orada hiç yaşayamazmışsın.

Bu yazıya da, şöyle bir final yakışırmış :

Kınadığın şey, birgün senin de başına geldiğinde ne yapacağını düşün. Bu durumda yapabileceğin en berbat şeyi düşün... Kınadığının yanında, aynı durumda yapmayı tasarladıkların çok asil kalıyorsa, içinden -ama sadece içinden- şunu söyle: İğrenç, iğrenç, iğrenç!!!!!!!!!

Hiç yorum yok: