Çarşamba, Nisan 19, 2006

SİNİRLERİMİ ALDIRDIM

-Ver o tabağı bana!
-Vermiyom!
-Ya neden ya?
-Vermiyom işte! Kolaysa al.
-Ben topladım o dutları, ben dağıtırım herkese.
-Bu bahçe bizim, dut ağacı da bizim. Vermiyom işte!
-Burası sizin bahçeniz değil bi kere... Apartmanın bahçesi. Dutları koyduğumuz tabak da bizim! Dutları da ben topladım o koca ağaçtan! Bak, kolum bile kanıyor. Ağaçtan inerken dallara sürtündüm.
-Vermiyom, vermiyom, vermiyom da vermiyom!
-(Elime küçük, kör bir meyve bıçağı alıp havada sallamaya başladım) Veriyor musun?
-Vermiyom!
-Ver!
-Vermiyom!
-Saplarım!
-Vermiyom!
-Yaparım valla!
-Vermiyom!
-Ver ulan!
-Vermiyom!
-Al o zaman!

Bıçak, Mustafa'nın kabak kafasında asılı kaldı ucundan. Ben de kırıta kırıta eve yürümeye başladım hızla.
Arkamda şu sesleri duyuyordum:
Mustafa: Anam anam anaaaaaağğğğğmmmmm!
Kınalı Ayşe(Mustafa'nın annesi): Vay baba dutmayasıca seniiiiiii! Vay dürzüüüüüüüüüüü! Vay başıma gelenleeeerrrrr!

Gerisini duymadım, çoktan eve varmıştım. Annem kapıyı açtı, "piknik n'oldu" dedi, "sıkıldım" dedim. Oyuncaklarımı çıkardım, sakin sakin oynayarak felaketi beklemeye başladım. Kısa süre sonra kapı çaldı. Mustafa ve Kınalı Ayşe geldi. Ayşe söyleniyor, Mustafa ağlıyor... Gürültüden bütün apartman sakinlerinin kapıları birer birer açılmaya başladı. Annem şaşkın... İçeri aldı onları, anlayacağını anladı, üzerini değiştirip bana tek kelime etmeden kapıyı çarpıp çıktı. Eczaneye pansuman yaptırmaya...

Eve döndüğünde dehşetle bana bakıyordu. Yanında kafası sarılı gazi ve annesi... Uzun bir ikna ve zorlamayla Mustafa'dan özür diledim, gittiler. Ne ceza aldığımı hatırlamıyorum, sağlam birşeydi herhalde. Zaten Mustafa'dan özür dilemek yeterince küçük düşürmüştü beni.

Bu nasıl birşey? Serinkanlı katiller gibi adam bıçakla, arkana bile bakmadan suç mahallini terket, hiçbir şey olmamış gibi oyun oynamaya başla... Olacak iş değil, ama olmuş işte... Durumu şöyle etraflıca düşündüğümde, yaptığım işin ne kadar korkunç olduğunu anlıyorum. Ya bıçak sivri uçlu ve keskin olsaydı? Ya kolları kuvvetli bir çocuk olsaydım? Saygıdeğer avukat bey ve zarif eşlerinin küçük canavar kızları ıslahevinde...
-İlk suçunuzu ne zaman işlediniz?
-Altı yaşımda adam bıçakladım abi...
-Eyvallah, abi. Saygılar...

Özellikle kadın kısmısı, sevimli ve acar görünmek istediklerinde "Ben çocukken çok yaramazmışım, ele avuca sığmazmışım, erkekleri bile dövermişim" gibi beyanlarda bulunurlar. Ben de şunu söyleyebilirim: "Ben çocukken çok yaramazmışım, kapıcımızın oğlunu bıçaklamışım. Ne sevimliyim değil mi???

Bırrrr! İçim soğudu.

Aslında bunları, şu bağlamayı yapmak için anlattım: Ben çocukken çok sinirliydim. Öyle böyle değil. Bana en çok şu soruyu sorduklarını hatırlıyorum: "Niye celallendin yine?"

Homur homur gezinirdim ortalıkta. En çok da -kendimce- bana haksızlık yapıldığını, hakkımın yendiğini, verdiğim emeklerin takdir görmediğini hissettiğim zamanlarda... Ablamı ezmeye çalıştıkları zaman, herşeyi ana-babalarına şikayet ettikleri zaman, cadaloz cadaloz mızıkçılık yaptıkları zaman, oyuncaklarını sinir sinir elletmedikleri zaman oyun oynadığım çocuklara kan kustururdum. Çok etkili sözler de öğrenmiştim: "Bi çakarım, bi de duvardan yersin!!!" Bak bak bak... Sağlam meydan okuma!
Bir de, sinirlenmemden keyif alan, suratımın aldığı şekilleri görmek için damarıma damarıma basan, başını babamın ve arkadaşlarının çektiği bir grup vardı, onlar ayrı... Çocukluğumun korkulu rüyaları...

İnsan çocuklukta hesapsızca yaşıyor duygularını, hesapsızca da aktarıyor.

Büyüdükçe işler değişiyor. Hesapsızca aktarılan duygular, birer birer hesap edilmeye, kabul görülmeyecekler elenip kalanlar aktarılmaya başlıyor. Hesabını bozanlar dışlanıyor. O yüzden susup oturmayı, temkinli davranmayı, içimize atmayı, yapana susup en yakınlarımıza patlamayı, tükürüklere "yarabbi şükür" demeyi, "elalem ne der" korkusu yaşamayı öğreniyoruz, sakin kalıyoruz nispeten. Gürül gürül akan çeşmeye gerekli durumlarda akan kontollü bir musluk takıyoruz mutsuz ola ola: Toplumsal musluk...

Sakin kalmanın, musluğu söküp atmanın bir yolu var: Olgunlaşmak.

İnsan nasıl olgunlaşıyor?
En sevdiklerinin ölümünü yaşadığında... O kadar büyük bir acıyla karşılaşıyor ki, zaman içinde çevresindeki insanların "acı" dediği şeylere gülüp geçiyor.
En güvendiklerinin kalleşliklerine tanık olduğunda... O kadar büyük bir şaşkınlık yaşıyor ki, hayatın içindeki hiçbir kötü sürprize şaşırmıyor, olağan karşılıyor...
Bir çocuğun sorumluluğunu aldığında, daha doğrusu bir çocuğu dünyaya getirmekle 'hayat'a yetiştirmenin farkını anlayarak sorumluluğunu aldığında... O kadar büyük bir sorumluluk taşıyor ki, hayatta hiçbir acının, hiçbir yoksunluğun, hiçbir bencilliğin çocuğuna öyle ya da böyle zarar vermemesini sağlamak için dimdik ayakta duruyor...

Sonuç: Doğum, kazık ve ölüm insanları olgunlaştırıyor.

Olgunlaşmak... Değecekleri ve değmeyecekleri ayırabilmek. Hayatın ne kadar kısa olduğunun, hatta -bana göre- bir sınav olduğunun farkına varmak. Sığır gibi yaşamamak, ama değecek şeylere tepki göstermek. Kimseyi istediğimiz gibi davranmaya zorlamamak, olduğu gibi kabul etmek, kabul etmiyorsak "elveda" diyebilmek. Farklı altyapıların farkında olmak. Yapılana değil de, yapılma sebebine bakmak. Niyete bakmak. Cahilliği belki, ama manevi ahlaksızlığı affetmemek, tepki göstermek, ama kendini hırpalamadan. İçini rahat ettirecek kadar, tepkini gösterirken yaptıklarından sonradan utanmayacak kadar. Değmeyeceklere tepkisiz kalmak. "Zavallı" demek, kendi haline bırakmak. Mutsuz ya da sinirli görünerek onları amacına ulaştırmamak.

Son günlerde aklımı kurcalayan birşey var: Farkında olmadan, 7-8 ay kadar süren bir operasyonla sinirlerimi aldırdığımdan şüpheleniyorum. Zaman içinde, sindire sindire, ince ince her birini tek tek toplatmışım sanki... İncelik gerektiren, zamana yayılması gereken bir operasyonmuş ve sanki ben hasarsız, sapasağlam atlatmışım bu operasyonu... Uçarak çıkmışım ayılma odasından. Öyle hissediyorum. Hiçbir şeye kızmıyorum. Bir hoşgörü, bir memnuniyet, bir güleryüz gırla gidiyor...

Yalnız birşey var: Operasyon sırasında, ufak bir sinir parçasını bilerek ve isteyerek unutmuşlar vücudumda. Bana da demişler ki, bunu değecek yerlerde devreye sokarsan, sana faydası olur... Ota boka, değmeyecek insanlara kullanırsan, her seferinde katlanarak büyür, tüm vücudunu sarar ve yine o şampuanın bittiği için bile sinir krizleri yaşadığın günlerine dönersin...

Doktorlar gayet ciddi... Tehdit gayet etkili...
İş başa düştü: Sinir yok! Sinir yok! Acı yok! Koyunluk da yok!


1 yorum:

Adsız dedi ki...

yazınız hiç okunmuyor renginden dolayı... Bilgilerinize.