Çarşamba, Mart 15, 2006

YEŞİL KOLTUK



Sıkıntılıyım... Belki biraz da heyecanlı... Gözlerimi kapatıp, o halimi canlandırdığımda kendimi böyle hatırlıyorum. Gözlerim hin hin etrafı seyrediyor, beni gören var mı diye.. Ayıp birşey mi yapıyorum? Yoruma bağlı. Altıma yapıyorum, altıma!!! Hani şu bezini atma zamanı gelmiş ya da atmış da alışamamış çocukların zaman zaman ortadan kaybolup bir köşede çömelerek yüzlerinin kızardığı, dudak uçlarının keyifle utanç arası bir yukarı bir aşağı kıvrıldıkları dönem... Büyükler onları öyle görünce -sağduyulu olanları- genellikle farketmemiş gibi davranıp, etrafında yakından biri varsa çaktırmadan ona gösterirler. Mesela ben, yeğenimi o halde gördüğümde, ablama "seninki yine Nirvana'ya ulaşmaya çalışıyor" derdim. O surat ne komiktir öyle!!! Bilenler bilir.
Hatırladığım en eski hayalim (anım, enstantanem) bu... Vallahi de billahi de gün gibi aklımda...
Peki "Yeşik Koltuk"un konumuzla ne ilgisi var???
Efendim, ilgi şurada vücut buluyor: Bu meş'um olayı gerçekleştirdiğim yer, salonumuzdaki yeşil koltuk takımımızın iki teklisinden birinin arkası. Güzel bir yeşil. Ama dokusunun rahatsız olduğunu hatırlıyorum. Sert ve kabarık işlemeler vardı üzerinde. Hasır örgüsü şekli verilmiş gibi. Sonradan eflatun kadife ile kaplandılar. O hallerini sevmedim niyeyse. Kasvetliydi herhalde. Depresif mor tonları işte...
Ah o yeşil koltuklar neler gördü, neler... Üzerlerinde -en çok üçlü olanda- binlerce kez tepinildi, zıplandı. Abla ile saç saça baş başa kavgaya tutuşulup onun üzerine düşüldü kim bilir kaç kez. Okul zamanı, oturulacak yerinde değil de, arkalığın kalınca olan üst kısmında ata biner gibi oturulup sözlülere çalışıldı, şiirler ezberlendi... (Menekşeler güllerleee Gelir benim bayramııım Laleler sümbüllerleee Gelir benim bayramıııım... Aha da buyrun, bunu da hatırlıyorum!!) Takla atma öğrenildi. Televizyonda -alternatifsiz dönemde- ritmik jimnastik seyredilip gaza gelmek yoluyla ilk sportif eylemler gerçekleştirildi. Abla ile karşılıklı yatıp ayaklar taban tabana birleştirilerek bisiklet çevrildi, kıkır kıkır gülündü. Dans ve şarkıcılık oyunlarında (genelde ben çılgın Seyyal Taner olurdum) sahnemiz oldu. Korsancılık oynarken her biri bir ada, evcilikte her biri bir ev oldu.
Çok emekleri var üzerimde çoook! Doya doya, mutlu mutlu yaşadığım çocukluğumda, şimdi farkettiğim üzere, çok önemli yer tutmuşlar hayatımda yeşil koltuklarımız.
Biz öyle "misafir salonu" mefhumu oluşmuş ailelerden değildik. Öyle hergün tozu alınıp, yeri süpürülüp, eğer bir misafir gelirse göğsümüz kabara kabara terrrtemiz salonumuza alınmak üzere kapısı çekilerek terkedilmezdi bizim salonumuz. Yaşanırdı orada. Yemeğimizi salonda yer, akşamları salonda yayılırdık. Babam çoraplarını salonda fırlatır atar, annem soyduğu meyvelerin kabuklarını biriktirdiği tabağı salonda bırakır, oyuncaklarımız salonda dağılır, aile kavgalarımız, aile saadetlerimiz salonda yaşanırdı... Sabah yine terrrtemiz olmuş salonumuza girerdik. (Benim annem bir peri!!!)
Biz salonumuzu kendimiz için temizlerdik...

Hiç yorum yok: